29 Haziran 2010 Salı

Kasabanın En Güzel Kızı


Yazar : Charles Bukowski

''...Hakkımda yazılanlara gelince, bazı tanıtma yazıları, makaleler, bir kitap ve biyografi sayılabilir; ancak bu duvarın arkasındaki dolapta bir yerdeler ve şimdi gidip ararsam terler, sıkılırım. Siz de bunu istemezsiniz biliyorum.Sağolun.''


Bedava Fikir : Kitabının arkasına yazdığı bu notun, kimisine samimi, kimisine ise ukalaca geleceğini biliyorum ama çok farklı bir kişilikle karşı karşıya olduğunuzu hemen belirteyim. Henüz kitabın başında sizi duman edebilir, tavsiyem beklemediğiniz her şeye hazırlıklı olmanızdır.(O nasıl bir tavsiyedir bilemedim.)
Kitaba ismini veren 'Kasabanın En Güzel Kızı', kitabın içinde yer alan öykülerinden yalnızca biri. 15 Cm, Tecavüz!Tecavüz!, Buluşma, Hür Hayvanat Bahçesi, Baş, Kid Stardust Mezbahada, Sülük Üzerine Notlar,Pis Moruğun Notları'ndan Seçmeler ise diğerleri. İsimlerinden de anlayabileceğiniz üzere çoğu müstehcen öykülerden oluşan bir kitap.(Eminim ki; ben böyle söyleyince 15 cm' e takıldı gözünüz. Takılmadıysa da baktınız şimdi:)
Anlamadığım bir şey var ki ; bu adam içmeden, sarhoş olmadan 1 saat bile geçirmeyi sevmiyor. Peki hangi arada kafasını toparlayıp, bu yaşadıklarını en ince ayrıntısına kadar anlatabiliyor.(Aynı soruyu Salinger'in Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabını okuduktan sonra da sormuştum.) İnsanın aklına ister istemez tüm bu anlattıklarının kurmaca olduğu gelmiyor değil.
Her şeye rağmen Bukowski' den okumak gerçekten keyifliydi.Bundan sonra okuyacağım kitabı; (eğer bulabilirsem) geçirdiği sayısız basur ameliyatlarını konu alan 'All the Assholes in the World and Mine' (Dünyanın Tüm Göt Delikleri ve Benimki) adlı kitabı olacak.
Kendisini herkesin beğeneceğini tahmin etmiyorum ama farklı bir yazar arayışı içerisindeyseniz, Charles Bukowski kesinlikle doğru bir seçim.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Çavdar Tarlasında Çocuklar


Yazar : Jerome David Salinger

Kariyerine New York'taki dergilere kısa hikâyeler yazarak başlayan J.D. Salinger, yaşamının büyük bölümünü, 1951 yılında basılan 'Çavdar Tarlasında Çocuklar' ile kavuştuğu ünden sakınarak yaşadığı küçük Cornish kasabasında geçirdi.

Bedava Fikir : Jerome David Salinger. Evet tam ismi bu olmasına rağmen neden inatla heryerde J.D. Salinger yazıyor? Çok mu havalı gözüküyor böyle bilemedim. Ama Jd' nin hiç umrunda olmadığına eminim. Fazla sosyal olmayan, içine kapanık, yalnızlığıyla evlenmiş bir insan için 'havalı olmak' deyimi çok saçma olsa gerek.
'Çavdar Tarlasında Çocuklar' kitabı 21. bölüme kadar oldukça sıkıcıydı açıkçasını söylemek gerekirse. Tam 20 bölüm, asi bir ergenin, para nedir derdi gütmeden, taksiden taksiye atlayıp, gezmesiyle, tozmasıyla geçmişti özetle. İçten içe uyuz oldum bile diyebilirim. Lakin sabırla ve inatla (Kitabı bir günde bitirmeye karar vermiştim.) kesmeden okudum bütün kitabı.
Benim için herşey, o küçük kız kardeşiyle (Phoebe) karşılaşmasından sonra başladı. O küçük kız o kadar akıllıydı ki, sözleriyle, davranışlarıyla hem beni, hem de baş karakterimizi (Holden Caulfield'i) kitaba bağladı resmen. O küçük kızın sayesinde sıkılarak okuduğum ilk 20 bölüm, birden anlamlandı gözümde. Düşünsenize; kitaba ismini veren şarkıyı bile yanlış bilecektik bu küçük kız olmasaydı. (H.C. şarkıyı 'Yakalarsa birini biri çavdarlar arasında...' olarak biliyordu. Doğrusu 'Rastlarsa birine biri çavdarlar arasında...' imiş, P.C. sayesinde öğrendik.)
İşin özü kesinlikle okunması gereken bir eser. Bence sırf şu sözü duymanız için bile alınır, okunurmuş:

''Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir. Olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir.''

25 Haziran 2010 Cuma

Lost Highway (1997)


Yönetmen : David Lynch
Senaryo : Barry Gifford , David Lynch
Görüntü Yönetmeni : Peter Deming
Oyuncular : Bill Pullman , Patricia Arquette , Robert Blake

Fred Madison, karısının gecmişinden habersiz olarak onunla evlenmiştir. Ancak bu geçmiş onları rahat bırakmayacaktır. Sonuçta iş bir cinayet ve Fred'in kişilik bölünmesi yaşamasına kadar gidecektir. Bir korku hikayesi, bir cinayet bilmecesi, namlunun ucuyla buluşan bir aldatma, psikolojik bozukluğun analizi…(Alıntıdır.)

İmdb Puanı / Puanım : 7.5 / 5

Bedava Fikir : Yahu David Lynch, Straight Story filminden sonra, tam senle barışmaya karar veriyordum ki gene allak bullak ettin adamı. Kendisinin Eraserhead (1976) filminden sonra ikinci travma sebebim bu film. Eğer sonuna kadar izlemek istiyorsanız kafanızın rahat, dinç bir zamanını kollayın derim.
Üşenmedim filmle ilgili ekşi sözlükteki fikirlerin hepsini okudum. Kimisi 10 vermiş, baş tacı etmiş, kimisi film olarak bile görmemiş, yerin dibine sokmuş. Anlayacağınız ortasını düşünen , ' eh normal bir filmdi.' diyen çok az kişi var. Ben şahsen puan olarak '5' verdim ama biliyorum ki bir daha izlesem '9' falan vereceğim ki, içimden ne bir kez daha izlemek, ne de sana '9' vermek geliyor. O yüzden sevgili Lynch, 'Sakın sesini çıkarma!, otur 5! ' demek istiyorum sana.
Bu arada filmin müzikleri aşmış ; Rammstein, Ryan Adams, Johnny Cash, Elvis Costello...vb. müzik adamlarının parçalarını duyuyorsunuz izlerken. Filmin bir sahnesinde fahişe rolünde Marilyn Manson' un gözüktüğünü de belirtelim buradan.
Filmin bana hatırlattığı en güzel şey; sivri uçlu masaları evimde barındırmamam gerektiği oldu. 'Ne kadar kötü olabilir ki?' diye düşündüyseniz, film size gerekli cevabı verecektir.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Bisiklet Hırsızları - Ladri di biciclette (1948)


Bisiklet Hırsızları, senaryosunu Cesare Zavattini'nin yazdığı, Vittorio De Sica'nın yönettiği, 1948 İtalyan yapımı drama filmidir.
Film gerek yapım tekniği, gerekse de sinema estetiği açısından Yeni-Gerçekçilik akımının simgesi olarak kabul edilir.

Yönetmen: Vittorio De Sica
Yapımcı: Diana Ossana - James Schamus
Senarist: Cesare Zavattini
Oyuncular:
# Lamberto Maggioran - Antonio
# Enzo Staiola - Bruno, Antonio'nun oğlu

Imdb Puanı / Puanım : 8.4 / 8.5


Bedava Fikir : 'Başrol oyuncuları dahil amatör oyuncularla çekilmiş bir film; bisiklet hırsızları. Ama dünyanın en iyi 10 filmi arasında gösteriliyor.' Bu iki cümle, filmi merak etmeniz için geçerli iki neden. Nasıl olabilir de diğer insanların amatör olarak gördükleri kişiler,yapıtlar vb. en iyiler arasında yer alabilir? Son günlerde Portfolio'dan arkadaşlarımız 'Gökhan Özdemir, Kerem Çar ve Orhan Gazi Kandemir' in büyük başarısının (http://www.cnnturk.com/2010/cnn.turk.tv/06/23/cnn.turk.reklamina.altin.aslan.odulu/581031.0/index.html) üstüne bu filmi izlemek iyi geldi.
Film, hayatın acı gerçeklerini suratınıza tokat gibi çarpıyor, sarsılıyorsunuz. Daha fazla ayrıntıya gerek duymadan izleyin. Zaten izlemeyeni ıslak sopayla dövüyorlarmış. Ben şahsen Ken-Suburi 4 tekniği ile dalabilirim.
bknz: ( http://www.iyitube.net/Aikido-Gengo-Sensei-Fourth-of-the-Seven-Suburi/q-bGFucDctZ3hZUzA= )
Sevgiler

Teknoloji 'Ölüm' demek !

Teknoloji hayatımıza öyle ağır ağır, öyle sezdirmeden,öyle sinsice hükmetmeye başladı ki,bunu fark etmek ,anlamak için ne yapılabilir,ne yapmak lazım, ben de bilmiyorum,belki de o yüzden yazıyorum,bunu bir yardım çağrısı olarak görebilirsiniz sanırım.

Hayatımıza bu denli yerleşen teknoloji ne demek? Nereden duyduğumu hatırlamıyorum ama eski Latincede teknoloji ‘ölüm ‘ demekmiş dolaylı olarak. Belki öyle değildir, hemen sözlük araştırmaları yapmayın, pek sevgili arama motorlarında aratmayın bunu öyle söyleyince:) En azından sadece bir yazılık okumada öyleymiş gibi düşünün yeter, sonra hayatınıza eskisi gibi devam edin dilerseniz.

Peki teknoloji neyi öldürüyor yahu dercesine düşünüyoruz şimdi beraber. İletişim için harikalar yaratan, her an her dakika ulaşabilirlik sunan teknolojinin aslında onu öldürmeye çalıştığını düşünün hadi. Basitten zora doğru gidelim düşünürken.Klasik chat odalarından bir tanesindesiniz,insanlar ‘slm,nbr,asl…’ şeklinde birbirlerine yazıyorlar.Büyük çoğunluk bir artist havasında,oldukça kaba,aslında belki de hiç olmadıkları gibi davranıyorlar birbirlerine.Nezaket o kadar az ki,siz biraz görgü kurallarına uyayım deseniz anında sinir bozucu bir şeyler duyuyorsunuz karşınızdakinden.Ya küfür ediyor,ya aşağılıyor, dalga geçiyor sizinle ya da numara yaptığınızı düşünüyor.Çoğu zaman insanlıktan soğuyarak çıkıyorsunuz o odalardan.

Bu sefer birazcık daha özel bir iletişim harikası olan MSN e bakalım.Giriyorsunuz okul arkadaşlarınız, dostlarınız, tertipleriniz,ailenizden birileri,eski sevgilileriniz,sevgiliniz hepsi oradalar,ulaşmak o kadar kolay ki onlara,hallerini hatırlarını sormak o kadar basit ki…Ama yapmıyoruz çoğu zaman,nasıl olsa oradalar,her gün görüyorsunuz ya.Ama şey ne kötü oluyor değil mi, her gün gördüğünüz ama hiç konuşmadığınız eski bir arkadaşınıza ‘nbr? ‘ dediğiniz zaman, böyle yapaydan şaşırma numaraları,’aa neredesin sen,hiç yazmıyorsun’ demesi.Bana çok garip geliyor bilmem siz ne düşünüyorsunuz.

Diğer iletişim harikası Facebook’tan konuşmasak hiç olmaz değil mi? :) Bebekliğinizden şu ana kadar tanıdığınız herkes orada.Bir ‘tık’ ne yapıyor,ne ediyor,öğreniyorsunuz,fotoğraflarına bakıyorsunuz.Herşey o kadar kolay ki.Dilerseniz o insanı arayıp hemen sorabilirsiniz halini hatırını değil mi?Peki böyle bir iletişim fırsatı sunan teknoloji karşısında biz neden bu kadar durağan kalıyoruz? O bu kadar hızlı yükselirken biz neden iletişim kurmakta bırakın ilerlemeyi, geriye doğru gidiyoruz?

Elbette ki söylediklerime katılmıyor olabilirsiniz, ama bir düşünsenize; kaçımız görgü kuralları,konuşma adabı ,eski deyişle ‘Adab -ı Muaşeret’ kurallarına uyuyoruz konuşurken.Mesela bir şeyi eleştirirken fark etmiyor musunuz hiç, ne kadar acımasızız birbirimize karşı,nasıl hor görüyoruz veya hiç önemsemeden incitiyoruz birbirimizi?

Teknoloji ‘Ölüm’ demek :)Evet esas temamız buydu değil mi? Hani gereksiz bir örnek olacak belki ama bir tiyatro oyununda olsun, bir stand-up gösterisinde olsun veya bir sinemada , filmde olsun (vb. örneklerde) genelde en çok gülünen yerler argo,küfür,hakaret içeren kısımlardır değil mi? Mesela bir tiyatro oyuncusu komedi oyunu oynamasına rağmen izleyiciler gülmüyorsa ve sıkılmaya başlamışsa, aslında metinde yer almayan (veya alan)birkaç argo kelime ile onları güldürmeye çalışır ,çok yüksek ihtimal bunu başarır ve böylece izleyicileri tekrar oyuna bağlar.Ben de bu bölümde hayatımızda en çok önemsediğimiz şeylerden biriyle sizi yazıya bağlamaya çalışacağım.(Sanırım çok açık sözlüyüm :P

Teknolojinin sağladığı yüksek iletişim! olanaklarıyla öldürdüğü en önemli şey sanırım ve sanırım ‘Aşk’. Bu yazıda teknolojinin ‘ölüm’ demek olduğunu düşünüyorsak, böyle düşünmek de pek saçma gelmemeli . Artık teknoloji sayesinde ruh ikizinizi aramak o kadar kolay ki. Evet arayabiliyorsunuz, sadece arayabiliyorsunuz. He belki de küçük bir ihtimal bulabiliyorsunuz. Ama teknolojiyle beraber küreselleşen dünyada o kadar çok seçeneğiniz var ki ulaşabileceğiniz, bulduğunuza bile emin olamıyorsunuz. Bu seçenekler insanın kafasının karışması, ‘acaba?’ mı dedirtmesi için ulaşılması o kadar kolay ki. Biz her şeyin bu kadar kolay olmasını kaldıramıyoruz, bize fazla geliyor olmalı ki çevremizde ‘Aşk’ a inanmayan insanların sayısı günden güne artıyor.Bu yüksek teknoloji iletişim olanaklarımız sayesinde ‘’Aşk’ yaz bilmem kaça yolla ‘Aşk’ ın cebine gelsin!’ diye bile ulaşabiliriz sanırım O’na :)

Evet farkındayım teknolojinin daha çok iletişimde neler değiştirdiğinden bahsettik,biliyorum.Ayrıca tabiî ki teknolojinin insanlığa yararlı olan kısımlarını ve kimbilir gerçekten yaşanıyorsa! teknolojinin sağladığı iletişim kolaylığı ile çok güzel birliktelikler yaşayanları yabana atmamak lazım. Ama artık samimiyete çok zor inandığımız, eleştirmek için birbirimizin açığını bulmaya çalıştığımız,duyarsız kaldığımız, güvenle hareket etmeye korktuğumuz son derece teknolojik! bir dünya var sanki. Ben yanılıyorsam ve siz farklı düşünüyorsanız sizin yerinizde olmak isterdim, çünkü mutlaka haklı bir sebebiniz vardır. Eğer ki teknolojinin hayatınıza hükmetmesine izin vermeyen biriyseniz,bence güzel bir şey yapıyorsunuz ;)

Peki bu yazıyı okuduktan sonra ne değişir? MSN’i mi kapatırız, Facebook’u mu sileriz, cep telefonumuzu çöpe mi atarız? Tabi ki bunları yapmayız, he yaparsanız karışmam tabi saygı duyarım.:) Ama belki 2 gün nete bağlanamadığımızda hayatımız bitmiş,altüst olmuş gibi davranmayız ya da cep telefonumuzu unuttuk diye bütün günümüzü zehir etmeyiz ya da Adab-ı Muaşeret nedir yav??? diye düşünürüz ya da uzun zamandır görüşmediğimiz bir insana mektup yazarız ya da ‘Aşk’ a tekrar inanırız falan filan ;) Ama en güzeli sanırım teknolojinin hayatımıza hükmetmesi yerine, bizim ona hükmetmemizi sağlamaya çalışmak olur herhalde, e bunu nasıl başarırız orası bize kalmış.He bu arada yazı bittiğine göre söyleyebiliriz artık ; Teknoloji ‘ölüm’ demek falan değil yahu güzel şeydir o, hiç olur mu ? :)



22 Haziran 2010 Salı

New York, I Love You (2009)


Yönetmen(ler):

Fatih Akin
Yvan Attal
Allen Hughes
Shunji Iwai
Wen Jiang
Joshua Marston
Mira Nair
Brett Ratner
Randall Balsmeyer
Shekhar Kapur
Natalie Portman

Uzayıp giden oyuncu ve senarist listesi için: http://www.imdb.com/title/tt0808399
/fullcredits#directors

Imdb Puanı / Puanım : 6.7 / 7

Bedava Fikir: : Tam 11 yönetmenin toplaşıp, kısa filmlerini ortak bir kurguda buluşturdukları bir film; New York, I love you.
Fikir oldukça orijinal, hele hele benim gibi kısa filmcilerden iseniz kesinlikle ilginizi çekecek bir yapıt. Filmin konusunun daha çok ilişkiler arasında dönmesi; 'dar alanda kısa paslaşmalar' olarak özetlenebilir. Filmde Uğur Yücel de oynamış, lakin 'Daha çok konuşsaydı, 2-3 kelime türkçe konuşaydı iyi olurdu.' dememize sebebiyet vermiş. Bu bakımdan filmin diğer serisinin 'Istanbul, I love you!' olarak çekilmesi, beklentilerimiz arasında yer alıyor. Bekliyoruz bakalım...

21 Haziran 2010 Pazartesi

The Straight Story (1999)


En son "Kayıp Otoban" ile bizleri psikoloji denilen korkunç otoyolun derinliklerinde gezdiren, Amerikan sinemasının "Blue Velvet", "Fil Adam" gibi birkaç başyapıtının yaratıcısı David Lynch'in yeni film, ondan beklenmeyecek kadar sakin ve sıradan bir öyküyü anlatıyor. 1994 yılında, 73 yaşındaki Alvin Straight ağabeyini ziyaret etmek için yollara düşüyor. 10 yıldır görüşmeyen çifti bir araya getiren yolculuğun, yüzlerce millik ve altı hafta süren bu seyahatin en ilginç özelliği ise, Straight'in tüm yolu bir çim biçme makinesiyle katetmesi.(Alıntıdır.)

Yönetmen: David Lynch

Oyuncular: Richard Farnsworth, Sissy Spacek

Yazan: John Roach, Mary Sweeney

İmdb Puanı / Puanım: 8 / 8

Bedava Fikir: Yönetmen David Lynch gerçekten enteresan bir kişilik. Kendisiyle tanışmamız, psikopat ötesi filmi Eraserhead (1976) ile olduğu için kendisini uzun zaman merak etmedim, sormadım. Hala o filmi durup dururken aklıma geliverir ve 'Neden çekmiştir acaba?' diye düşünürüm. Neyse biz Straight' in Hikayesi' nden konuşacaktık öyle değil mi? Güzel film, hoş film, 'Kendinize bir yol çizin, ne olursa olsun o yoldan ayrılmayın.İhtiyaç duyacağınız yardım, kendiliğinden gelecektir.' diye düşündüren bir film. İzleyin derim. Lakin ben şu ' Eraserhead' i aklımdan çıkaramıyorum bu fikirleri yazarken. Neden abi, neden?...

20 Haziran 2010 Pazar

Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)


Yönetmen: Michel Gondry

Senaryo: Michel Gondry, Charlie Kaufman, Pierre Bismuth

Görüntü yönetmeni: Ellen Kuras

Oyuncular: Jim Carrey
Kate Winslet

Joel (Jim Carrey) uzun zamandır kız arkadaşı olan Clementine (Kate Winslet) ile ilişkilerindeki sorunlu anıları silmeye çalışmaktadır. Yeni bir yöntem keşfeden doktor Howard Mierzwaik (Tom Wilkinson) ile anlaşarak Clementine'i hafızasından çıkarmaya çalışır. Ancak bu çalışmalar sırasında Joel'in hafızası tamamen kaybolur ve tutkularını yeniden keşfetmeye başlar. Bunun üzerine doktor ve ekibi Joel'in beynindeki labirentlerde onun kaybolan anılarını bulmaya çalışırlar. Açıkça görülür ki Joel henüz Clementine'i hafızasından atamamıştır.(Alıntıdır.)

İmdb Puanı / Puanım: 8.5 / 8.5

Bedava Fikir: Hayatınızda yaşadığınız ve yaşattığınız üzüntülerden, utançlardan, hayal kırıklıklarından, pişmanlıklardan vs., kısacası unutmak isteyeceğiniz tüm anılardan kurtulmak istermiydiniz? Bunu sorduran bir film; Eternal Sunshine of the Spotless Mind.(Ülkemizde 'Sil baştan' olarak çevrilmesi de manidar olmuş.)
Kendisinden önce müziğiyle (Beck - Everybody's Gotta Learn Sometimes) tanışmıştım. Az sözle çok şey anlatan güzel bir şarkı seçimi, filme (tabiri caizse) 'cuk' oturmuş. Filme gelince; en başından sonuna kadar merakla izlenecek yapıtlardan biri. İzledikçe karmaşıklaşmaya başlayan kurguda sergilenen oyunculuklar göz kamaştırıcı. Her an, her dakika şaşırabilirsiniz, kendinizi bir anda gerçeğin ve hayalin tenis maçını izlerken bulabilirsiniz. Filmde kendinizden bir şeyler bulacağınız garanti.
(Şahsen Clementine' in vosvos kullanması beni çok memnun etti.) Filmi izlerken yanınıza bir not defteri almanızı tavsiye ederim. Zira unutmak istemeyeceğiniz notlar alabilirsiniz. İyi seyirler...